6 Şubat 2015 Cuma

"Hizb-ut Tahrir bir ANAYASA Tasarısı hazırlamış....

Mısır'lı alimden etkili bir konuşma: "Hizb-ut Tahrir bir ANAYASA Tasarısı hazırlamış....."
"Endonezya'da Hizb-ut tahrir tarafından gerçekleştirilen çok sayıda ülkeden 7.000 alimin katıldığı "Uluslararası Alimler Konferansı"ndan bir kesit.

*******************************************************
"Hizb-ut Tahrir bir ANAYASA Tasarısı hazırlamış....
                                                                                                                                                                     
VİLAYETLER
İlk kez eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından başlatılan "Başkanlık sistemi" tartışmaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktidarıyla birlikte yeniden gündeme gelmiş ve şu anda daha yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Hatta 7 Haziran genel seçimlerinden sonra anayasa değişikliği ile resmen hayata geçirileceği öne sürülmektedir. İktidar partisi ve taraftarları bu değişikliği hararetle savunurken, muhalif kesimler ise tek adam rejiminin aracı olduğu savıyla bunu reddetmektedir.
"Sistem" kelimesiyle ifade edilse de, aslında düşünülen, bir "sistem" değişikliği değil, yönetim üslubunun değiştirilmesidir. Çünkü ne sistemin cumhuriyetçi niteliği, demokratik yapısı, laik karakteri, ne de temel direklerinde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Değişen sadece yürütme mekanizmasının yapısıdır ve bunun sistem değişimi olarak lanse edilmesi saptırmacadır. Hatta daha da ileri gidip bunun İslami bir model olduğunu, nihayetinde Hilafet'in getirileceğini iddia edenler de çıkabilmektedir. Oysa bizatihi Erdoğan, Eylül 2010'daki bir konuşmasında şöyle diyordu: "Başkanlık sisteminin hilafetle ne alakası var? Parlamenter demokrasi yine işliyor."
Gerçekte mesele, sırf bir yönetim modeli değişikliğinden ibaret değildir. Ortada sömürgeci kâfir devletlerin Türkiye üzerindeki nüfuz ve hâkimiyet mücadelesinin yeni bir aşaması vardır. Buna göre Amerika, kuruluşundan beri Türkiye Cumhuriyeti'ne sirayet etmiş İngiliz nüfuzunu adım adım yok etmeye çalışmaktadır ve AKP iktidarı boyunca bu yönde önemli bir ilerleme kaydetmiştir. İşte Başkanlık sistemi, bunun sembolik yönünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla bunu Özal ya da Erdoğan'ın kişisel arzusu olarak yansıtmak yahut bunun Türkiye için en ideal model olduğunu ileri sürmek batıl ve bozuk bir anlayıştır. Zira bu kuvvetli isteğin arkasında bizzat Amerika vardır. Öteden beri başkanlık sistemini savunduğu bilinen AKP milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu buna işaretle şöyle diyordu: "(Parlamenter sistem) başımızın belası. Bu modelin mayası bozuk. Bu sistem kokuşmuş İngiliz sistemi."
Dolayısıyla mesele, kokuşmuş İngiliz tipi parlamenter model yerine saptırıcı Amerikan tipi başkanlık modelinin getirilerek egemen sömürgeci gücün buradaki hâkimiyetini pekiştirmekten ibarettir. Meseleyi, kişiselleştirmek, Erdoğan'a veya AKP'ye özgü kılmak, iktidar-muhalefet kavgası biçiminde algılamak hakikatin saptırılmasından başka bir şey değildir.
Öte yandan böyle bir değişiklik, siyasi olarak miadını doldurmuş, ekonomik ve toplumsal yönlerden iflas etmiş, tarihsel akış içerisinde ömrünün son demlerini yaşayan ve bir asrı tamamlaması zor görünen bu fasit Cumhuriyet rejiminin bekasını sağlamaya dönük bir adımdır. Daha doğrusu, ihtiyarlamış bu çürük bedene bir nevi gençlik aşısı vurulmak istenmektedir. Heyhat! Ne beyhude bir çırpınış.
Ey Müslümanlar! İster İngilizci parlamenter model olsun, ister Amerikancı başkanlık modeli olsun, isterse başka herhangi bir demokratik-laik model olsun, tümü de küfür rejiminin farklı tezahürleridir. Demokrasi olsun, diktatörlük olsun, krallık olsun, federalizm olsun, hepsi de gayri-İslamidir. Oysa Müslümanların, iman ettikleri, tarihte asırlar boyunca uyguladıkları ve bugün en çok muhtaç oldukları İslam, kapsamlı ve mükemmel nizamlara sahip en sahih ideolojidir. İslam ideolojisinin yönetim biçimi ise hiç tartışmasız Hilafet'tir. Müslümanlara düşen, sömürgeci Batılı ideolojilerin farklı formlarına ve modellerine aldanıp küfre rıza göstermek değil, İslam ideolojisine her ne pahasına olursa olsun sahip çıkmak, savunmak ve onu dâhilde ve hariçte uygulayacak, İslam'ı bir nur ve hidayet olarak cihana taşıyacak Raşidi Hilâfet'i kurmak için el ele vermektir.
İşte Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti sizleri, bu tür siyasi aldatmalara asla kanmayarak, İslam'ın, Rasulullah'ın ve Müslümanların yılmaz savunucusu olacak, insanlığı küfrün karanlıklarından İslam'ın aydınlığına çıkaracak ve bugün İslam Ümmetinin yaşadığı her tür zulme, katliama ve musibete Allah'ın izniyle son verecek Hilafet'in ikamesi için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar.[Muhammed 7]

   
Hizb-ut Tahrir
Türkiye Vilâyeti
 16 Rabi’-ul Âhir 1436
2015/02/06
 *************************************************************

2 Şubat 2015 Pazartesi

FECEBOOKTAKİ VİDEOLARIM.


SİYASİ BAKIŞLAR

SİYASİ BAKIŞLAR  Dailymotion

Hilafet nedir ? 

 

HİLAFET GELİYOR   ! HAZIR MISINIZ 
Halifeliği kimler niye kaldırmış  Hailifelik nedir bilmeyenler izlesin

Abdulcelil Kuşçu-selam sizlere müzik

 




1 Şubat 2015 Pazar

SÜNNET ÜZERİNE..


http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm
http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm
http://youtu.be/NS2Q88Kahio
http://youtu.be/KeFCPZbTeLs


Mehmet Okuyan'a redddiye 1 - Musab Köylüoğlu


1) -(Ey Muhammed! Onlara) Deki: “Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...”(Al-i İmran / 31)

2)-(Ve yine) de ki: “Allah’a ve Rasule itaat edin; eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kafirleri sevmez.” (Al-i İmran / 32)

3) -“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki rahmet olunasınız.” (Al-i İmran /132)

4 Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin...” (Nisa / 59)

5)-“Her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse,” (Nisa / 69)

6)-“Her kim o Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa / 80)

7) -“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat ediniz....” (Enfal / 20)

8) -“Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin...” (Enfal / 46)

10) -“Oysa aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Peygamberine davet olunan mü’minlerin sözü ise, “işittik ve itaat ettik” demeleridir...” (Nur / 51)

11) -“Kim, Allah’a ve Peygamberine itaat eder ve O’ndan korkar, sakınırsa, işte kurtuluşa erenler de bunlardır.” (Nur / 52)

12) -“(Ey müslümanlar!) Namazı dosdoğru kılın; zekatı verin ve Peygambere itaat edin ki rahmet olunasınız.” (Nur / 56)

13) -“İçinizden kim Allah’a ve Rasulüne itaat eder ve salih amel işlerse,...” (Ahzab / 31)

14) -“...kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab / 71)

15) -“...Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan da sakının...” (Haşr / 7)

16 ) -“Allah’a itaat edin; Rasüle de itaat edin.” (Teğabun / 12)

Hadisleri tümden reddedenlere... | Nouman Ali Khan

Türkiye'de halka Islam diye yutturulan sahte dinin özeti

Alim denenlerinde çoğunun beyinleri virüslü..
insanların yaratılış gayeleri; insanı, hayatı ve kâinatı yaratmış olan Yüce Yaratıcıya hakkıyla kullukta bulunmaktır. İnsanların bu kulluk görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için ise yine, âlemlerin Rabb’inden gelen emir ve yasaklara kulak vermeleri mutlak surette gereklidir.


*********************************************************************************
ALİ KÜÇÜK














ALİ KÜÇÜK





*********************************************************************************

MEHMET PAMUK

*********************************************************************************
İMDAT KAYA

İnsanoğlu; insan, hayat, kainat ve bunların dünya hayatının öncesi ve sonrası ile olan alâkaları hakkındaki fikriyle kalkınır. Öyleyse bugünkü insanın kalkınabilmesi için fikrini; köklü ve kapsamlı bir şekilde değiştirip, ortaya başka bir fikir koymak gerekir. Çünkü eşya hakkındaki mefhumları ortaya koyan ve onları yerleştiren ancak fikirdir. İnsan hayat tarzını, hayat hakkındaki mefhumlarına göre düzenler. Bir insanın, sevdiği şahıs hakkındaki mefhumları ona karşı davranışını belirler. Bu davranışı, sevmediği ve nefret mefhumlarına sahip olduğu diğer bir şahsa olan davranışından başkadır. Her iki davranışı da, hiç tanımadığı ve hakkında hiçbir mefhuma sahip olmadığı üçüncü bir şahsa karşı davranışından farklıdır. Şu halde insanın davranışları mefhumlarına bağlıdır. İnsanın düşük davranışını değiştirip seçkin, bir davranış haline getirmek istediğimizde öncelikle onun mefhumlarını değiştirmemiz gereklidir.
 "Bir kavim nefislerindekini değiştirmedikçe, Allah o kavmin hâlini değiştirmez."1
Mefhumları değiştirmenin tek yolu, dünya hayatı hakkında ortaya fikir koymaktır. Ta ki bu suretle hayat hakkında doğru mefhumlar oluşabilsin. Dünya hayatı hakkındaki fikrin, verimli bir şekilde yerleşebilmesi ise ancak; insan, hayat, kainat ve dünya hayatının öncesi ve sonrası ile alakası hakkında, bir fikir bulunmasıyla mümkündür. Bu da insan, hayat ve kainatın ötesi hakkında küllî bir fikir ortaya koymakla olur. Çünkü hayat hakkındaki bütün fikirler bu fikri kaide üzerine kurulur. Bunlar hakkında külli bir düşünce ortaya koymak, insanın en büyük
düğümünü çözmek demektir. Bu düğüm çözülünce diğer bütün düğümler de çözülecektir. Çünkü bunlar diğerine oranla cüz'idirler veya onun dalları durumundadırlar. Ancak bu çözümün, insanı doğru bir kalkınmaya ulaştırabilmesi için, onun insanın fıtratına uygun düşen, akla kanaat veren, kalbe güven getiren doğru bir çözüm olması gerekir.
Bu doğru çözüm de ancak; insan, ayat ve kainat hakkında
aydın bir düşünce ile sağlanır. Bunun içindir ki; kalkınma ve İlerleme yolunda yürümek isteyenlerin, öncelikle aydın bir düşünce ile bu düğümü doğru olarak çözmeleri gerekir. İşte bu çözüm, hayatta izlenecek yola ve hayatın nizamlarına ilişkin fikirlerin dayandığı fikrî kaide ve akidedir.
İslâmiyet bu büyük problemi hedef almış ve onu insan fıtratına uygun, akla kanaat, kalbe güven verici bir şekilde çözerek İslâm’a girişi de; bu çözümü akıldan doğan sadık bir ikrar ile kabule bağlı tutmuştur. Bundan dolayı, İslâm yalnız bir temel üzerine kurulmuştur ki, o da akidedir. İslâm akidesi; Kâinat, insan ve hayatın ötesinde bunların hepsini yaratan bir yaratıcı vardır. Her şeyi O yaratmıştır, ki O da Allahu Teala'dır. Bu yaratıcı, eşyayı yoktan var etti, O'nun varlığı vacibdir (varlığı zaruri ve kendiliğindendir), yaratılmamıştır, aksi takdirde yaratıcı olamazdı, o nun yaratıcılıkla vasıflanması, yaratılmamış bulunmasını ve varlığının vacib olmasını gerektirir. Zira bütün eşya, varlıklarını O’na borçludur, O ise hiç bir şeye istinat etmemektedir.
Eşyanın bir yaratıcıya muhtaç olması gereğine gelince: Aklın idrâk ettiği şeyler insan, hayat ve kainattır. Bunlar sınırlı, aciz, eksik başkasına muhtaçtır. Mesela, insan sınırlıdır, çünkü her bakımdan bu sınıra kadar gelişir ve bu sınırı geçemez. Kendisi sınırlı olduğu gibi hayat da sınırlıdır. Çünkü varlığı sadece ferdidir, hisle müşahede edilen de onun fertte sona erişidir. Kâinat sınırlıdır, çünkü, sınırlı yıldızlar topluluğudur. Her yıldız sınırlı olduğuna göre sınırlılardan teşekkül eden kâinat da açık olarak sınırlıdır. Şu halde insan, hayat ve kainat kesin olarak sınırlıdır.
  
Rad: 11
1-

İnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine bina edilecektir. Kişi hayatiyet taşıyan ‘nasıl yaratıldığı’ gibi soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir.
İslâm'ın hayat hakkında ortaya koyduğu fikir, her şeyin öncesinde bir yaratıcının varlığına iman ki o da; Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek gerekir ki o da; Ahiret günüdür.
Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar:
1-Yaratıcı, yaratık ilişkisi,
2-Allah'ın emirleri.
Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar:
1-Ölümden sonra dirilme,
2-Haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerinden sorulması.
*********************************************
expliciet
Inleiding
Geloven is natuurlijk
Geloven is verstandelijk
Het juiste geloof: is er zoiets als het juiste geloof?
Waarom bestaan er verschillende geloven: de instinctieve manier van zoeken
Waarom bestaan er verschillende geloven: de pragmatische manier van zoeken
Waarom bestaan er verschillende geloven: de manier van overlevering
Waarom bestaan er verschillende geloven: de overlevering als manier van zoeken
Waarom bestaan er verschillende geloven: de manier van denken
De verstandelijke manier van denken
Enkel de verstandelijke manier van denken is juist
Het niveau van denken: verlicht denken
Het niveau van denken: diep denken
Het niveau van denken: oppervlakkig denken
De weg naar Islam: het verstandelijk bewijs voor het bestaan van de Schepper
De weg naar Islam: het verstandelijk bewijs voor het profeetschap van Mohammed (saw)
De essentie van de boodschap van Islam
De weg naar geloof
Waarom toch is in de westerse wereld discussie of zelfs denken over geloof tot in de sferen van taboe verdreven, tot het punt dat mensen zich schamen om anderen uit te nodigen naar hun geloof? Een belangrijke reden hiervoor is het idee dat het bestaan van een Oermacht ontkent en de macht en invloed die dit heeft vergaard. Volgens de aanhangers ervan is religie en aanbidding van een Oermacht typerend voor de pre-moderne, irrationele en onwetende mens. En onder invloed van dit idee is geloven bij velen synoniem geworden voor irrationeel en achterlijk, ouderwets en onbegrijpelijk, wat veel mensen angstig maakt om te discussiëren over hun geloof, bang om dan zelf met irrationeel en achterlijk geassocieerd te worden.

Een andere belangrijke reden is de komst van het idee van secularisme, het idee van scheiding van religie van het leven. Dit idee stelt dat te allen tijde de mens zelf het leven vorm moet geven, en dat vooral een Oermacht -of deze nu bestaat of niet- zich hiermee niet mag bemoeien. Deze opvatting heeft de behoefte aan en de noodzaak tot discussie over religie en aanbidding weggenomen, omdat het de Oermacht irrelevant maakt: Zijn bestaan of niet bestaan doet er niet toe, Hij mag zich toch nergens mee bemoeien. Deze twee ideeën zijn de voornaamste redenen voor de min of meer volledige verdwijning uit het publieke leven van discussie en denken over geloof.