1 Şubat 2015 Pazar

İnsanoğlu; insan, hayat, kainat ve bunların dünya hayatının öncesi ve sonrası ile olan alâkaları hakkındaki fikriyle kalkınır. Öyleyse bugünkü insanın kalkınabilmesi için fikrini; köklü ve kapsamlı bir şekilde değiştirip, ortaya başka bir fikir koymak gerekir. Çünkü eşya hakkındaki mefhumları ortaya koyan ve onları yerleştiren ancak fikirdir. İnsan hayat tarzını, hayat hakkındaki mefhumlarına göre düzenler. Bir insanın, sevdiği şahıs hakkındaki mefhumları ona karşı davranışını belirler. Bu davranışı, sevmediği ve nefret mefhumlarına sahip olduğu diğer bir şahsa olan davranışından başkadır. Her iki davranışı da, hiç tanımadığı ve hakkında hiçbir mefhuma sahip olmadığı üçüncü bir şahsa karşı davranışından farklıdır. Şu halde insanın davranışları mefhumlarına bağlıdır. İnsanın düşük davranışını değiştirip seçkin, bir davranış haline getirmek istediğimizde öncelikle onun mefhumlarını değiştirmemiz gereklidir.
 "Bir kavim nefislerindekini değiştirmedikçe, Allah o kavmin hâlini değiştirmez."1
Mefhumları değiştirmenin tek yolu, dünya hayatı hakkında ortaya fikir koymaktır. Ta ki bu suretle hayat hakkında doğru mefhumlar oluşabilsin. Dünya hayatı hakkındaki fikrin, verimli bir şekilde yerleşebilmesi ise ancak; insan, hayat, kainat ve dünya hayatının öncesi ve sonrası ile alakası hakkında, bir fikir bulunmasıyla mümkündür. Bu da insan, hayat ve kainatın ötesi hakkında küllî bir fikir ortaya koymakla olur. Çünkü hayat hakkındaki bütün fikirler bu fikri kaide üzerine kurulur. Bunlar hakkında külli bir düşünce ortaya koymak, insanın en büyük
düğümünü çözmek demektir. Bu düğüm çözülünce diğer bütün düğümler de çözülecektir. Çünkü bunlar diğerine oranla cüz'idirler veya onun dalları durumundadırlar. Ancak bu çözümün, insanı doğru bir kalkınmaya ulaştırabilmesi için, onun insanın fıtratına uygun düşen, akla kanaat veren, kalbe güven getiren doğru bir çözüm olması gerekir.
Bu doğru çözüm de ancak; insan, ayat ve kainat hakkında
aydın bir düşünce ile sağlanır. Bunun içindir ki; kalkınma ve İlerleme yolunda yürümek isteyenlerin, öncelikle aydın bir düşünce ile bu düğümü doğru olarak çözmeleri gerekir. İşte bu çözüm, hayatta izlenecek yola ve hayatın nizamlarına ilişkin fikirlerin dayandığı fikrî kaide ve akidedir.
İslâmiyet bu büyük problemi hedef almış ve onu insan fıtratına uygun, akla kanaat, kalbe güven verici bir şekilde çözerek İslâm’a girişi de; bu çözümü akıldan doğan sadık bir ikrar ile kabule bağlı tutmuştur. Bundan dolayı, İslâm yalnız bir temel üzerine kurulmuştur ki, o da akidedir. İslâm akidesi; Kâinat, insan ve hayatın ötesinde bunların hepsini yaratan bir yaratıcı vardır. Her şeyi O yaratmıştır, ki O da Allahu Teala'dır. Bu yaratıcı, eşyayı yoktan var etti, O'nun varlığı vacibdir (varlığı zaruri ve kendiliğindendir), yaratılmamıştır, aksi takdirde yaratıcı olamazdı, o nun yaratıcılıkla vasıflanması, yaratılmamış bulunmasını ve varlığının vacib olmasını gerektirir. Zira bütün eşya, varlıklarını O’na borçludur, O ise hiç bir şeye istinat etmemektedir.
Eşyanın bir yaratıcıya muhtaç olması gereğine gelince: Aklın idrâk ettiği şeyler insan, hayat ve kainattır. Bunlar sınırlı, aciz, eksik başkasına muhtaçtır. Mesela, insan sınırlıdır, çünkü her bakımdan bu sınıra kadar gelişir ve bu sınırı geçemez. Kendisi sınırlı olduğu gibi hayat da sınırlıdır. Çünkü varlığı sadece ferdidir, hisle müşahede edilen de onun fertte sona erişidir. Kâinat sınırlıdır, çünkü, sınırlı yıldızlar topluluğudur. Her yıldız sınırlı olduğuna göre sınırlılardan teşekkül eden kâinat da açık olarak sınırlıdır. Şu halde insan, hayat ve kainat kesin olarak sınırlıdır.
  
Rad: 11
1-

İnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine bina edilecektir. Kişi hayatiyet taşıyan ‘nasıl yaratıldığı’ gibi soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir.
İslâm'ın hayat hakkında ortaya koyduğu fikir, her şeyin öncesinde bir yaratıcının varlığına iman ki o da; Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek gerekir ki o da; Ahiret günüdür.
Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar:
1-Yaratıcı, yaratık ilişkisi,
2-Allah'ın emirleri.
Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar:
1-Ölümden sonra dirilme,
2-Haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerinden sorulması.
*********************************************
expliciet
Inleiding
Geloven is natuurlijk
Geloven is verstandelijk
Het juiste geloof: is er zoiets als het juiste geloof?
Waarom bestaan er verschillende geloven: de instinctieve manier van zoeken
Waarom bestaan er verschillende geloven: de pragmatische manier van zoeken
Waarom bestaan er verschillende geloven: de manier van overlevering
Waarom bestaan er verschillende geloven: de overlevering als manier van zoeken
Waarom bestaan er verschillende geloven: de manier van denken
De verstandelijke manier van denken
Enkel de verstandelijke manier van denken is juist
Het niveau van denken: verlicht denken
Het niveau van denken: diep denken
Het niveau van denken: oppervlakkig denken
De weg naar Islam: het verstandelijk bewijs voor het bestaan van de Schepper
De weg naar Islam: het verstandelijk bewijs voor het profeetschap van Mohammed (saw)
De essentie van de boodschap van Islam
De weg naar geloof
Waarom toch is in de westerse wereld discussie of zelfs denken over geloof tot in de sferen van taboe verdreven, tot het punt dat mensen zich schamen om anderen uit te nodigen naar hun geloof? Een belangrijke reden hiervoor is het idee dat het bestaan van een Oermacht ontkent en de macht en invloed die dit heeft vergaard. Volgens de aanhangers ervan is religie en aanbidding van een Oermacht typerend voor de pre-moderne, irrationele en onwetende mens. En onder invloed van dit idee is geloven bij velen synoniem geworden voor irrationeel en achterlijk, ouderwets en onbegrijpelijk, wat veel mensen angstig maakt om te discussiëren over hun geloof, bang om dan zelf met irrationeel en achterlijk geassocieerd te worden.

Een andere belangrijke reden is de komst van het idee van secularisme, het idee van scheiding van religie van het leven. Dit idee stelt dat te allen tijde de mens zelf het leven vorm moet geven, en dat vooral een Oermacht -of deze nu bestaat of niet- zich hiermee niet mag bemoeien. Deze opvatting heeft de behoefte aan en de noodzaak tot discussie over religie en aanbidding weggenomen, omdat het de Oermacht irrelevant maakt: Zijn bestaan of niet bestaan doet er niet toe, Hij mag zich toch nergens mee bemoeien. Deze twee ideeën zijn de voornaamste redenen voor de min of meer volledige verdwijning uit het publieke leven van discussie en denken over geloof.

7 yorum :

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. 14
    İSLÂM NİZAMI
    Kitaplarını, Peygamberlerini ve Ahiret gününü inkar ederse uzak bir dalalete saptı demektir."1

    Bu bakış açısı netleştikten sonra ve buna iman etme gerekliliğinden sonra, her Müslümanın İslâm Şeriatının bütününe inanması lâzım gelir. Çünkü bu şeriat Kur'anı Kerimde varid olmuş, onu Resulü Ekrem (sas) tebliğ etmiştir. Aksi halde kişi kafir olur. Bundan dolayı Şer'i hükümleri tümden veya kat’i olanlardan herhangi birini inkar etmek küfürdür. Bu hükümler ister ibadete ister muamelata (şahıs ve aile hukuku, mali haklar, miras, ticaret, borçlar ve iş hukuku ile ilgili konular v.s), ister cezalara, ister yenilip içilen şeylere ait olsun fark etmez. Mesela:

    "Namaz kılınız."- ayetini inkar etmek ve yine;

    "Allah, alışverişi helâl, faizi haram kıldı"3 ayetini;

    "Hırsız erkek ve kadının ellerini kesiniz"4 ayetini yine; "Size ölü, kan,

    domuz eti ve Allah'tan başkasının adına kesilen hayvanlar haram kılındı"'5 ayetlerini inkâr gibi.

    Şeriata iman yalnız akla bağlı değildir, Allahu Teala tarafından gelen şeylerin hepsini kesinlikle kabul etmek ve teslim olmak lâzımdır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

    "Rabbine and olsun ki, onlar, aralarında çıkan ihtilafta seni hakem yapıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı olmaksızın adam akıllı teslim olmadıkça iman etmiş sayılmazlar."6
    1 Nisa: 136
    2 Bakanı: 43
    3 Bakara: 275
    4 Maide: 38
    5 Maide: 3
    6 Nisa: 65

    YanıtlaSil
  3. 12
    İSLÂM NİZAMI
    Hıristiyandan aldığı da iddia edilmiştir. Onun için Allahu Teala onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur:

    "Biz onların, onu ona bir insan öğretiyor, dediklerini biliyoruz. Ona iftira ettikleri dil yabancıdır, halbuki bu apaçık arapçadır."1

    Kur’an'ın; Arapların sözü ve Muhammed (sas)'in sözü olmadığı sabit olunca kesin olarak Allahın sözü olduğu meydana çıkar ve onu getirenin mucizesi olur.

    Bir şeriatı ancak Nebiler ve Resuller getirir. Allah'ın kelamı ve şeriatı olan Kur'an'ı Muhammed getirdiğine göre, aklî delil ile Muhammed Nebi ve Resullüğü kesin olarak anlaşılır.

    İşte bu, Allah'a ve Muhammed (sas)'in elçiliğine inanmaya ve Kur'an'ın Allah’ın sözü olduğuna dair aklî bir delildir.

    Şu halde Allah'a iman akıl yoluyla olmaktadır. Aklî yoldan olması da lâzımdır. Bu suretle akıl yoluyla iman bütün gaybi olan hususlara ve Allah'ın bize bildirdiği her şeye imanın esasını teşkil eden temel unsurdur. Madem ki Allah'a inanıyoruz -ki O uluhiyet sıfatlarına sahiptir- o halde akıl anlasın veya anlamasın O'nun bize haber verdiği her şeye inanmamız gerekir. Çünkü onları bize bildiren Allahu Teala'dır. Bundan dolayıdır ki, ölümden sonra dirilmeye, haşr ve neşre, Cennet ve Cehenneme, hesap ve azaba, meleklere, cin ve şeytanlara ve daha bunlar gibi Kur'an'ı Kerim yahut mütevatir hadis yoluyla bildirilen haberlerin hepsine inanmak farz olur. Bu iman her ne kadar nakil ve işitme yoluyla elde edilse de aslında akli imandır. Çünkü aslı akıl ile sabit olmuştur. Bunun içindir ki, Müslümanın inancı akla yahut aslı akıl yoluyla sabit olan şeylere dayanmalıdır.

    Müslümanın, aklı veya kesinlik ifade eden işitme yoluyla, (yani Kur'an’ı Kerim veya mütevatir hadis ile sabit olana) inanması
    ******************
    Nahl: 103
    **********************
    İman Yolu
    13
    ****************
    gerekir. Bu iki yoldan (akıl. Kitap ve kat'i sünnetin nassları) biriyle sabit olmayana iman etmesi haramdır. Zira inançlar ancak yakînden kabul edilir.

    Buna göre, dünya hayatının öncesine iman lâzımdır ki, O Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek lâzımdır ki, o da Kıyamet Günüdür. Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar. Yaratıcı-yarâtık ilişkisi ve Allah'ın emirleri. Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar: Ölümden sonra dirilme, haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerden hesaba çekilmesi. Bu yüzden bu hayatın öncesi ve sonrası ile bir bağlantısı olması ve hayatta insanın durumlarının bu bağ ile bağlarının bulunması icab eder. O takdirde insan hayatta Allah'ın nizamlarına uygun olarak hareket etmeli ve dünyada yaptığı işlere göre Allah'ın kıyamet gününde kendini hesaba çekeceği inancında olmalıdır.

    Böylece, kainat, hayat ve insan ötesi hakkında aydın fikre ulaşılmış olur. Yani hayatın öncesi ve sonrası hakkında ve hayatın öncesi ve sonrası arasındaki ilişki hakkında aydın fikir elde edilmiş olur. Bu suretle insanlığın en büyük düğümü tamamen İslâmî akide ile çözülmüş olur.

    İnsan bu çözümden sonra dünya hayatı hakkında düşünmeye, verimli ve doğru mefhumları bulmaya geçebilir. İşte bu çözüm, bizzat kalkınma yolunda ortaya konulacak ideolojinin üzerine bina edildiği temeldir. Aynı zamanda bu çözüm, ideolojinin hadaretinin üzerinde kurulduğu, ideolojinin nizamlarının kendisinden fışkırdığı ve ideolojinin devletinin dayandığı esastır. Bundan dolayı Islâmiyetin düşünce ve metod olarak üzerinde kurulduğu temel, islami akidedir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

    'Ey iman edenler!
    Siz Allah'a, Resulüne ve Resulüne indirdiği kitaba ve daha ünce indirdiği kitaplara inanın. Kim Allah'ı, Meleklerini,Kitaplarını, Peygamberlerini ve Ahiret gününü inkar ederse uzak bir dalalete saptı demektir."1

    YanıtlaSil
  4. 10
    İSLÂM NİZAMI
    doğal olarak aciz olması sebebiyledir. Çünkü bu çeşit bir anlayış, sınırsız ve nisbi olmayan ölçülere ihtiyaç duyar. Bunlar da insanların sahip olmadığı ve olamayacağı şeylerdir.

    Peygamberlere olan ihtiyaca gelince: Bilinmektedir ki, insan Allah'ın bir yaratığıdır. Dindarlık onun yaratılışında vardır. Dindarlık insanın içgüdülerinden biridir. İnsan bu fıtri sebep ile yaratıcısını takdis eder. Bu takdis ise ibadetten ibarettir. İbadet, yaratıcı ile insanın alakası demektir. Bu alaka düzensizlik içinde bırakılırsa, karışıklığa ve Allah'tan başkasına ibadet etmeye yol açar. Dolayısıyla, bu alaka doğru bir nizama bağlanmalıdır. Bu nizamı insan koyamaz. Çünkü o yaratıcısının zatını anlayamaz ki, kendisi ile yaratıcısı arasında bir nizam koyabilsin. Bundan dolayı bu nizamı (yoktan) var edicinin, yaratıcının koyması icab eder. Yaratıcının bu düzeni insanlara duyurması gerektiğinden, Allah'ın dinini insanlara tebliğ eden Peygamberlere lüzum hasıl olmuştur.

    İnsanların Peygamberlere olan ihtiyacına bir delil de; insanın içgüdülerini ve uzvi ihtiyaçlarını tatmin etmesi zaruretidir. Bunların hatalı yahut anormal yollardan tatminine gidilirse bu, insanın mutsuz olmasına sebeb olur. Şu halde insanın içgüdülerini ve uzvi ihtiyaçlarını düzenleyen bir nizam gerekmektedir. Bu nizam insandan gelmez, çünkü onun insandaki içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçlarını düzenlemede ulaştığı sonuç değişikliğe, ihtilafa, çelişkiye ve içinde yaşadığı çevrenin etkisine açıktır. Nizam koymak insana bırakılırsa o nizam değişikliğe, ihtilafa, çelişkiye maruz kalıp insanın huzursuzluğuna yol açar. Onun için nizamın Allahu Teala tarafından konmuş olması zaruriyeti vardır.

    Kur'an-ı Kerim'in Allahu Teala'dan olduğunun isbatına gelince: Kur'an Arapça bir kitaptır. Onu Muhammed (sas) getirmiştir. Demek ki, Kur'an, ya Araplardan, ya Muhammed'den veya Allahu Teala'dandır. Bu üçünden başkası imkansızdır. Çünkü dili ve üslubu Arapça’dır.
    **********************
    Araplardan olması batıldır, çünkü Kur’an Araplara bir benzerini getirmeleri için defalarca meydan okumuştur:

    "De ki onun gibi on sure getirin."1

    "De ki onun gibi bir sure getirin."'

    Gerçekten de Araplar onun benzerini getirmeye gayret elmişler, fakat bundan aciz kalmışlardır. O halde Kur'an, onların sözlerinden değildir. Çünkü Kur'an’ın bu meydan okuyuşuna karşılık onlar bütün gayretlerine rağmen Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kalmışlardır.

    Kur'an'ın Muhammed (sas)'den olması da batıldır. Çünkü Muhammed (saS) de diğerleri gibi bir Arap'tır. Mükemmel yeteneklerine rağmen yine de bir insandır. Kendi toplumundan ve ümmetinden bir ferttir. Madem ki Araplar onun benzerini getiremediler o halde bir Arap olan Muhammed (sas)'in de benzerini getiremeyeceği şüphesizdir. Öyle ise Kur'an, Muhammed (sas)'den de değildir. Buna ilave olarak diyebiliriz ki; Muhammed (sas)'in bir takım sahih ve bir takım da tevatür yoluyla rivayet edilmiş birçok hadisleri vardır. Tevatür yoluyla gelenler hakkında doğrudur demekten başka bir söz söylenemez. Bununla beraber herhangi bir ayetle bir hadis karşılaştırılırsa, aralarında uslup bakımından bir benzerlik görülemez. Halbuki Muhammed (sas) aynı zamanda ayetleri okuyor ve hadis söylüyordu. Aralarında üslup bakımından bir ayrılık vardı. Bir insan sözlerini ne kadar çeşitlendirmeye çalışsa da üslupça sözleri yine birbirine benzer. Çünkü insanın sözü kendisinin bir parçasıdır. Kur'an ile hadis arasında üslupça hiçbir benzerliğin bulunmaması Kur'an'ın asla Muhammed (sas)'in sözü olmadığını gösterir. Çünkü Kur'an ile Muhammed (sas)'in sözü arasında açık bir farklılık vardır. Aynı zamanda Muhammed (sas)in Kur'an'ı (Cebr) isimli bir
    1Hud-13
    2Yunus-38

    YanıtlaSil
  5. 8
    İSLÂM NİZAMI
    emin olmayan bir yoldur ve yalnız başına bırakılırsa kökleşen bir imana götürmez. Vicdan çok defa insanın inandığı şeylere, aslı olmayan bir takım şeyler katar, inandığı şeylerin ayrılmaz birer vasfı olarak zihinde canlandırır. Bu yüzden küfür ve sapıklığa düşer. Putlara tapma, hurafeler ve batıl sözler ancak vicdanın yanılmasının ürünüdür. Bundan dolayı İslâmiyet vicdanı, iman konusunda tutulacak yol olarak tek başına bırakmamıştır. Ta ki Allah'a, (ilahlığa) zıt sıfatlar vermesin, yahut O'nun maddi şeylerle cisimleşebileceğini mümkün sayıp veya maddi şeylere ibadet etmekle O’na yaklaşma imkanını tasavvur edip de neticede küfre, şirke yahut hakiki imanın asla kabul etmediği kuruntu ve hurafelere götürmesin. Bu yüzden İslâmiyet, aklı vicdanla beraber kullanmayı farz kılmış ve Müslümana, Allah'a iman ederken aklını kullanmayı emredip, inançta taklitten nehyetmiştir. Allah'a iman hususunda aklı hakem kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

    "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde akıl sahipleri için deliller vardır."1

    Bundan dolayı her Miislümana, imanı araştırması, tetkik ve derin düşünce ile bulması ve Allah’a iman hususunda kesinlikle aklı hakem kılması vacib olmuştur. İnsanın kanunlarını istinbat ve yaratıcısına iman için kainata bakmaya davet edilmesi, Kur'anı Kerim'in çeşitli surelerinde yüzlerce defa tekrar edilmektedir. Bunların hepsi, insanın aklî yeteneklerine yöneltilmiş olup, iman akıldan ve delilden doğsun diye, derin ve aydın düşünceye çağırmakta ve babalarından gördüğü şeyleri hiç düşünmeden, incelemeden, ne derece hakikat olduğuna kanaat getirmeden kabul etmekten sakındırmaktadır. İşte İslâm’ın istediği iman budur. Bu iman, o koca karı imanı diye adlandırılan iman değildir. Bu, ancak derin derin, enine boyuna düşünüp sonra da bu enine boyuna ve
    ***************************
    1-Ali İmreni: 190
    9
    *************************

    YanıtlaSil
  6. 9
    *************************
    derin düşünme yolu ile Allahu Zülcelaleye şüpheye düşmeden imana ulaşan araştırıcı aydının imanıdır.

    Allah'a iman hususunda insanın aklını kullanması farz olmakla beraber duyusunun ve aklının sınırı dışında olanı anlaması da mümkün değildir. Zira insan aklı sınırlıdır. Ne kadar keskin ve parlak olursa olsun akıl kabiliyeti de sınırlıdır, o sınırı aşamaz. Neticede, anlayışı da sınırlıdır. Bundan dolayı aklın. Allah'ın zatını, varlığının özünü anlayamaması ve O'nun aslını kavramaktan aciz kalması muhakkaktır. Çünkü Allah; kainatın, insanın ve hayatın ötesindedir. İnsandaki akıl ise, insan ötesindeki gerçeği anlayamaz. Bunun için insan Allah'ın zatını anlamaktan da acizdir. Burada; "Peki akıl Allah'ın Zatını anlamaktan aciz ise, insan akıl ile Allah'a nasıl inandı?..." da denilemez. Çünkü burada söz konusu olan iman ancak Allah'ın varlığına inanmaktır. O'nun varlığı ise, yaratıklarının varlığından anlaşılır. Onlar da, kainat. insan ve hayattır. Bu yaratıklar, insan aklının anlayış sınırı dahilindedir. Bundan dolayı akıl yaratıkları anlayabilecek ve onları anlamaktan da yaratıcısının varlığını anlamaya geçecektir ki, o da Allahu Teala’dır. Bunun içindir ki, Allah'ın varlığına iman aklidir ve akıl sınırı içindedir. Fakat Allah'ın zatını anlamak böyle değildir, o imkansızdır. Çünkü Allah’ın zatı, kainat, insan ve hayatın ötesinde olduğu için, aklın da ötesindedir. Akıl kendi sınırları dışındakileri anlayamaz, zira buna yeterli değildir. Aklın bu yetersizliğinin şek ve şüphe faktörlerinden değil, imanı takviye edicilerden sayılması gerekir. Çünkü Allah'ın varlığına imanımız akıl yoluyla olunca O'nun mevcudiyeti hakkındaki idrâkimiz tam bir idrâk olacaktır. Allah'ın varlığı hakkındaki duygumuz da akla paralel olunca, bu duygu şüpheden kurtulmuş yakinî bir duygu olur. Bu da bizde ilahi sıfatlar hakkında tam bir anlayışla şüpheden uzak bir duygu meydana getirir. Böyle bir iman, inancımızın kuvvetine rağmen bize Allah'ın zatının mahiyetini asla anlayamayacağımız kanaatini verir. Bu da insan aklının, kendi sınırlı, nisbi ölçüleriyle aklın anlayışının ötesinde olanı anlamaktan

    YanıtlaSil
  7. 6
    İSLÂM NİZAMI
    kainat kesin olarak sınırlıdır. Bunların sınırlı oluşlarına baktığımızda ezeli olmadıklarını görürüz. Ezeli olsaydı, sınırlı olmazdı. O halde sınırlının bir başkası tarafından yaratılması lâzımdır ki, O; insan, hayat ve kainatın yaratıcısıdır. Bu yaratıcı ya başkası tarafından yaratılmıştır, ya kendi kendini yaratmış ya da varlığı vacib ve ezelidir. Başkası tarafından yaratılmış olması batıldır. Çünkü; o zaman sınırlı olur. Kendi kendini yaratmış olması da batıldır, çünkü bir anda hem kendisinin yaratıcısı ve hem de kendisinin yaratığı olmuş olur ki, bu imkansızdır. Şu halde yaratıcının ezeli ve varlığının vacib olması gerekir ki, o da Allahu Teala'dır.

    Aklı olan herkes hislerinin algılayabildiği şeylerin sadece varlığından, onları yaratmış olan, bir Yaratıcının mevcut olduğunu anlar. Zira bütün eşyada gözlenen şey, onların eksik, aciz ve başkasına muhtaç oluşudur. Öyle ise bunlar kesinlikle yaratılmıştır. Bundan dolayı çekip çeviren ve düzen sahibi bir Yaratıcının mevcudiyetine delil getirmek için kâinatta, hayatta veya insanda herhangi bir şeye bakışları yöneltmek yeterlidir. Kainatta herhangi bir yıldıza bakmak, hayatın görüntülerinden herhangi birini düşünmek ve insanın herhangi bir özelliğini anlamak. Yüce Allah'ın varlığına kesin olarak delil olur. Bunun içindir ki, Kur'anı Kerim dikkati eşyaya yöneltir; insanı, eşyaya ve eşyanın etrafında olup bitenlere, eşyaya ilişkin hususlara bakmaya ve böylece Allahu Teala’nın varlığına delile dayanarak inanmaya çağırır. Böylece insan eşyanın başkasına nasıl muhtaç bulunduğunu görünce bundan, düzen sahibi bir Yaratıcının varlığını kesin olarak anlar.

    Bu anlamda yüzlerce ayet gelmiştir: Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
    "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde akıl sahipleri için deliller vardır."1
    Al-i İmran: 190
    1
    "Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin çeşitli olması O'nun delillerindendir."1 *
    (18) (17)
    (19 "Develerin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl serildiğine bakmıyorlar mı?"
    (5)(6)"İnsan neden yaratıldığına baksın:Erkeğin beli ile kadının
    kaburgaları arasından çıkan akıcı bir sudan yaratıldı."3

    '' Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeyleri denizde götüren gemilerde, Allah'ın gökten İndirip, ölümünden sonra kendisi ile yeri tekrar dirilttiği yağmurun yağmasında ve her çeşit hayvanı yeryüzüne yaymasında, rüzgarları estirmesinde ve gökle yer arasında emre amâde kıldığı bulutlarda, düşünen bir toplum için deiller vardır."4

    Bunlar gibi, insanı eşyaya, eşyanın etrafındakilere ve eşyayla ilgili hususlara derin bir düşünce ile bakmaya, bu suretle düzen sahibi bir Allah'ın mevcudiyetini delille anlamaya ve neticede Allah'a imanın akıl ve delilden çıkması ile köklü bir imana sahip olmasına davet eden birçok ayetler vardır.

    Evet, düzen sahibi bir yaratıcıya inanmak, her insanda fıtrîdir. Şu kadar var ki bu fıtri iman, vicdan yolundan gelir. Bu da akibeti
    1Rum 22
    2Gaşiye 17-20
    3Tarık 5-7
    4Bakara 164

    YanıtlaSil