6 Ağustos 2016 Cumartesi

Kalemder -Küfrün Şiarları/Sembolleri - Ahmed KALKAN



Milliyetçilik

Bütün insanlarda mevcut olan bekâ içgüdüsü fikri seviyesi düşük olan kişilerde lider olma sevgisini meydana çıkarır. Bu sevgi başlangıçta fikri seviyesi düşük olan kişide ferdî olarak cereyan eder. Ancak fikren gelişme gösterince kişi önce aile fertleri arasında lider olmayı, sonra diğer aileler arasında kendi ailesinin liderliğini, daha sonra da vatanında kendi kabilesinin üstünlüğünü ortaya koymak ister hale gelir. Bu aşamaya kadar her liderlik aşamasında çekişmeler cereyan eder. Daha açık bir ifade ile; bu düşünce kabile taassubuna dayalı bir düşünce olduğundan insanları birbirinden ayırıcı özelliğe sahiptir. İçgüdüsel bir dayanakla yola çıkıldığından kişilerde tahakküm hırsını açığa çıkarır. İnsanlar arasında tahakküm sahibi olma ve liderlik çekişmelerine sebep olacağından dolayı insanlığa huzur vermeyen bir düşüncedir. Milliyetçilik fikrinin açığa çıktığı yerlerde gözlenen odur ki, kişilerin fikri seviyeleri çok düşüktür. Yine milliyetçiliğin İslâm beldelerine giriş noktası da Avrupa'dır. Avrupa bir zamanlar Roma imparatorluğu himayesinde çeşitli ırkları, dilleri ve cinsleri bir arada bulunduran siyasi bir birlik idi. Bu toplanma gerçek anlamda İslâm ümmeti gibi bir ümmet oluşturmuyordu. Ana devlet; "efendi", sömürgeler ise; "köle" idi. İmparatorluğun himayesinde yaşayan halklar hiçbir zaman İslâm ümmetinin bir araya gelişi gibi bir birlik, bir vahdet oluşturamadılar. Bütün ırkları, cins ve dilleri akide potasında eriterek aynı seviyede bir tek ümmet olan İslâm ümmetinin bir araya gelişi gibi, gerçek bir birlik halinde birbirleriyle kaynaşamadılar.

Bugün dahi Avrupa'da bu tür milliyetçilik hareketleri cereyan etmektedir. İngilizlerin ve Almanların aşırı milliyetçi kitleleri bulunmaktadır. Yıllarca birbirleriyle savaşan Avrupa ülkeleri önceleri Kömür Birliği, daha sonraları AET ve son olarak da AB adı altında bir araya gelmelerine rağmen halen aralarındaki kavga tam olarak bitmiş değildir. Onların bir araya gelmeleri sadece AB ülkelerinin maddi çıkarları ve İslâm'ın potansiyel olarak onlar karşısında bir tehlike görülmesidir.

Milliyetçilik fikrinin İslâm beldelerine girişi, Avrupa'nın bir bütün olarak karşısında duramadığı Hilâfet devletini parçalama çabasının bir ürünüdür. Osmanlı'nın son dönemlerinde Hilâfet devletinin bünyesine Avrupa tarafından yerleştirilen misyonerler, süreç içerisinde Arapların üstünlüğüne dair Araplara, Türklerin üstünlüğüne dair Türklere telkinlerde bulunarak bu fikri İslâm beldelerinde yaygınlaştırdılar. Bu çalışmalarında başarılı da oldular. Bu gün 50'nin üzerinde halkı Müslüman ülke mevcut, ancak hiç birisi Allah'ın indirdiğiyle hükmeden ve Hilâfeti tesis etmiş ülkeler değiller. Çevremizi incelediğimizde artık insanların köpeklerine Arap ismini verdiğini bile görürüz. Başka ülkelerde de Türklerin barbarlığı konuşulur haldedir. Türkler Araplara pis olduklarını söylerler vs. Bu arada batı çoktan, ümmeti parçalayan ve birliğini bozan milliyetçilik fikrini bizlere aşılamıştır.

İslam'ın milliyetçiliğe bakışı

İslâm gelmeden önce Araplarda bütün halklar ve kabileler birbirleriyle savaşıyorlardı. Medine'deki halk ikiye bölünmüştü, birbirlerine karşıydılar. Çünkü orada iki büyük kabile vardı. Rasulullah (sav) Mekke'de, 6 Medineli kişiyle görüştü ve onları İslâm'a davet etti. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Rasulullah (sav) Mekke'de İslâm hakimiyetini kuramadığı ve Mekke halkı kendi davasına karşı donduğu için buradan başka yerleri arıyordu. Müslüman olmuş bu 6 kişiye dedi ki; "Beni sizinle beraber Medine'ye götürün ki, Rabbimin risaletini orada tebliğ edeyim." Dediler ki; "Bizim kavmimiz (halkımız) bölünmüş haldedir. Korkarız ki seni himaye edemeyiz, rezil oluruz." Bir sene sonra, 12 kişi olarak geldiler. Birinci Akabe biatı gerçekleşti. Rasulullah (sav) onlarla beraber gitmeyi istedi. Onlar yine aynı şekilde cevap verdiler. Fakat Musab'ı kendi yerine gönderdi. Orada İslâm yayıldı, halkın ileri gelenleri veya kuvvet ehli Müslüman olup Rasulullah'a (sav) biat ettiler. Sonra İslâm devleti kuruldu. Rasulullah (sav) bu devletin başında idi. İslâm, Medine kabileleri Evs ve Hazrec'i birleştirdi. İslâm'ın nimeti ile birleştiler. Allah'u Teala bunun üzerine şu ayeti indirdi:

"Hepiniz bir bütün olarak Allah'ın ipine (dinine) sımsıkı şekilde bağlanın, hiç bölünmeyin üzerinizdeki Allah'ın nimetini hatırlayın. Şöyle ki, siz birbirinize düşman idiniz, Allah kendi nimetiyle (İslâm'la) kalplerinizi birleştirip kardeş oldunuz." (Ali İmran 103)

İbni Kesir, bu ayetin Evs ve Hazrec hakkında nazil olduğunu beyan etti. Çünkü cahiliyede bölünüp aralarında çok savaş oluyordu. Düşmanlık, kin, nefret ve buğz yerleştiği için bu savaşlar oluyordu. Fakat İslâm aralarını bulup onları birleştirdi. Bir başka ayette de şöyle buyruluyor:

"Yeryüzündeki bütün paraları ve malları harcasaydın kalplerini birleştiremezdin fakat, Allah (İslâm'la) onları birleştirdi." (Enfal 63)

İslâm bu halk ve kabileleri birleştirdikten sonra, Yahudiler Müslümanların birleşmesini kıskandılar. Onlardan bir adam gelip cahiliyede birbirlerine karşı söyledikleri söz ve şiirleri kendilerine hatırlatmaya başlayınca, aralarında birbirlerine karşı fitne çıkarttı. Rasulullah (sav) onlara şöyle söyleyerek yatıştırdı:

"Daha ben sizin aranızdayken cahiliye davetine göre mi hareket edeceksiniz."

Burada cahiliye davetinden kasıt; milliyetçi veya ırkçı davettir. Sonra şöyle dedi:

"Benden sonra birbirinizin boyunlarını vurarak küfre dönmeyiniz."

Çünkü milliyetçi, kabilevi veya ırkçı dava cahiliye veya küfürdür. Bundan dolayı Rasulullah (sav) milliyetçiliğe davetle ilgili bu hadisleri söyledi. Birçok hadiste milliyetçi, kabilevi veya ırkçı his ve ananeleri kötüleyerek haram kıldı. Şöyle buyurdu:

"Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur."

Başka bir hadiste şöyle buyurdu:

"Kim kör (Cahiliye veya milliyetçi) sancak altında savaşarak, bir milliyete taassubundan dolayı kızgınlık göstererek veya asabiyete (milliyetçiliğe) davet ederek yada milliyetçiliğe yardım ederek öldürülürse cahiliye ölümüyle ölür."

Bu nedenle İslâm milliyetçiliği tamamen yasaklayıp haram kıldı, küfür veya cahiliye olarak niteledi ve bu şekilde milliyetçiliği yok etti. Böylece Rasulullah (sav) milliyet, aşiret, ırk ve renk ayrımı tanımayan bir toplum kurdu. Nitekim Medine'ye varınca ümmetin misakında şunu yazdırdı:

"Muhacirler ve Ensarlar ve onlara tabi olan müminler insanlar dışında ayrı tek bir ümmettir."

Milliyetçi, kabilevi, aşiretçi ve ırkçı mefhumunu kaldırıp yerine bir mefhum getirdi ki o; ümmet mefhumu (kavramıdır). Nitekim Allahu Teala şöyle buyurdu:

"Siz (ey Müslümanlar) insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu (Allah'ın emirlerini) emredersiniz, münkeri (Allah'ın haramlarını) nehyedersiniz aynı zamanda Allah'a inanırsınız." (Al-i İmran 110)

"Müminler ancak kardeştirler." (Hucurat 10) Ayetiyle onların kardeş oldukları bildirildi.

Rasulullah (sav) İslâm devletini ümmet mefhumuna ve müminlerin kardeşliğine dair bir esasa dayandırır. Milliyetçi esasa dayalı kurmadı. Bu nedenle İslâm devleti Arapçılığa, Persliğe, Türklüğe veya Kürtlüğe dayalı kurulmadı, kurulamaz da. Kesinlikle İslâm devletine hiçbir ırkın, milliyetin veya kabilenin tahakkümü caiz kılınmaz, caiz değildir de. İslâm devleti ne Arap, ne Pers, ne Türk, ne Kürt, ne de bir başka milliyet devleti olamaz.

http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/10.htm#5

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder